Dünyayı kurtarmanın formülü!

Bizimde bir parçası olduğumuz toplumu incelediğimizde, maalesef giderek artan bir ayrışma içerisinde olduğumuzu gözlemliyorum. Gözlemlerimi başka yazılarda dile getireceğim ama önce şunu söyleyeyim, sosyolog değilim, mühendislik okurken seçmeli olarak sosyoloji dersini almıştım o kadar. Bu alanda kendimi yetiştirmeyi arada bir düşünsem de, başlı başına bir bilim dalı olduğu için bu düşüncemi hayata geçirecek kadar bol zamanım olmadı maalesef…

Çünkü… Yetişmemiz gereken bir memleket vardı, yangın her yanı sarıyordu ve biz insanlarımızı tahliye etmek için gönüllü olmuştuk…

Bizim bu vazifemizi görünce, eskiden beri eşim, dostum, ailem, arkadaşlarım illa aralarından biri çıkar dünyayı sen mi kurtaracaksın diye o meşhur soruyu sorar…

Kimi yazık değil mi ömrünü nelerle tüketiyorsun, bak keyfine diye beni görünce keyfi kaçarcasına… Kimi dünyaya kazık mı çakacaksın da kurtarınca sana kalacak edasıyla… Kimi bütün olanları fark ettiği halde müdahale etmeyip mücadelemize şahitlik edercesine… Kimisi ise bu kutsal vazifenin bilincine erip bizimle gelmek istediğini söylemek istercesine…

Ben hepsine aynı cevabı veririm ben kurtaramazsam oğlum kurtarır…

Bu mücadele devam eder… Bu bayrak yere düşmez.

Gelelim insanları nasıl tahliye edeceğimize…

Yaklaşık altı ayı aşkın bir süredir bir önceki devletimiz Osmanlının son iki yüz yılını, İstiklal mücadelesini ve Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren 1938’e kadar geçen zaman dilimleri ile ilgili bir çok kitap okuyup, araştırmalar yaptım. Bugün yaşadığımız birçok sosyolojik, kültürel, yönetimsel, ekonomik, siyasi ne kadar toplumumuzu ilgilendiren konular ve onlarla ilgili sorunlar var ise bu dönemlerden bize miras kaldığını gördüm. Daha da okumaya devam ediyorum, okudukça kişileri, kurumları, alınan kararları tanıyor sanki geçmişin içinde onlardan biri gibi yolculuk yapıyorum.

Kah Sultan I. Abdülhamit oluyor Ozi kalesinin zapt edildiği haberini alınca derin acılar duyarak ruhumu teslim ediyorum kâh III. Selim olup Kırım’ı Ruslardan geri almaya çalışıyor, memleketin içinde bulunduğu vaziyet ile dertlenip mısralar yazıyorum, yeniliklerin yapılmasını emrediyorum.

Kâh II. Mahmut oluyorum devletin başına bela olmuş Yeni Çeri Ocağını kaldırıyor, tebaamın Müslümanını Cami’de, Hristiyan’ını Kilisede, Yahudi’sini Havrada tanırım diyerek Laikliğin tanımını yapıyorum, kâh I. Abdülmecid oluyor devletin borçlanmasına müsaade etmek istemiyor sonra ise mecbur kalıyorum.

Kâh Abdülaziz olup Şura-yı Devlet meclisini kurdurup bugün ki Danıştay’ın temelini oluşturuyor, kurduğum eğitim kurumları ile çağdaş eğitimin önünü açıyorum, Kah V. Murat oluyor Abdülaziz’in ölümünden etkilenip aklımı kaybediyorum. Kah II. Abdülhamit olup devletin onca borcuna rağmen Kudüs’ü satmayı bir an bile düşünmüyorum.

Kah Enver Paşa olup Trablus’a koşuyorum, Edirne’yi geri alıyorum, Sarıkamış'ta bir kutlu hayal, Buhara'da ise o hayalin mührü oluyorum. Kah Mustafa Kemal oluyor, Anafartalar’da kahraman, Sakarya’da Gazi, Ankara’da ise İstiklalin bedene bürünmüş hali oluyorum.

Eminim ki hepimiz tarihimize damga vurmuş bu kahramanların tarihe damga vurdukları o anlarda onlarla birlikte olmayı çok arzu etmişizdir. Memleket eski gücüne kavuşsun, parçalanmasın, işgale uğramasın, istiklalini kazansın diye bizde onlar gibi endişe edip onlar gibi mücadele etmek istemişizdir. Ne yapalım bizim nasibimiz fani dünyanın bu zaman diliminde yaşamakmış!

Bu süreçte üzerimize düşen ilk vazife bir olmaktır, beraber olmaktır.

780 bin kilometre kare toprak üzerinde yaşayan bizler bir olduk mu, dünyada ki tüm iyi insanlara yol gösterecek bir bünyeye kavuşabiliriz.

Rahmetli Halil İnalcık’ın “Osmanlı Devleti’nin son iki yüzyıllık değişim ve dönüşümü, 1923’te Cumhuriyet’in ilanı ile noktalanmıştır.” İfadesini okuduktan sonra bugünümüzle geçmişimizi ihtilafa düşürmek isteyenlere karşı geçmişimizle bugünümüzü buluşturmak için toplumsal algımıza faydalı olması için, düşünce sahamızda aydınlarımızın bir “MİLLİ İTTİFAK HAREKETİ” başlatması gereklidir. Bu hareketle bir olmamızın önü açılacak ve kısa sürede aramızdaki anlaşmazlıklar geride kalacaktır.

Ancak burada bu ittifak için bir başlangıç formülüne ihtiyacımız vardır.

Bu da yine Osmanlı’nın son dönemlerini yaşamış, Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük akımlarının çıkışlarını ve çeşitli uygulamalarını görmüş, ilk Türk Sosyoloğu ünlü mütefekkir Ziya Gökalp’in ortaya koymuş olduğu formül tam manasıyla işimizi görecektir “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak”.

İşte size dünyayı kurtarmanın formülü, biz kurtaramazsak evlatlarımız kurtarır yeter ki nesilden nesile ulaştıralım.

Tarihimizin son 300 yılını incelemeye ve milli ittifakımızı sağlamaya yönelik ne kadar bilgi ve yaşanmış olay var ise siz memleket sevdalılarına anlatmaya devam edeceğim.

Kalın sağlıcakla.