Milli Müdahale Programı

Bir önceki yazıda 15 Temmuz ile ilgili bazı sorular sormuş ve tarihi gelişmeler ışığında cevaplar aramıştık. En son nasıl bir ruh hali içerisinde olduğumuzu ifade etmiş en büyük ihtiyacımızın "güven" olduğunu belirtmiştik.

Gelelim bundan sonra ne olacağına.

Eğer memlekette acilen bir kriz masası oluşturulmaz ve toplumun beklediği konular başta olmak üzere acil bir müdahale programı oluşturularak, her kurum kuruluş ve topluma ait bireyler yani bizler bu programda görev ve sorumluluk sahibi yapılmaz isek gidişatı iyi görmüyorum.

Kurtuluş savaşı öncesi ve sırasında yapılan mücadeleye nasıl milli mücadele denilmiş ise şuan işgal edilme planları yapılan memleketimize bir kalkan oluşturmak maksatlı "Milli Müdahale Programı" ismiyle bu program ilan edilebilir.

15 Temmuz sonrası da böyle bir görüşümü belirtmiş ve tüm vatandaşların dahil olacağı bir "Gönül Seferberliği" ilan edilmelidir diye yine bu köşeden ifade etmiştim. Maalesef gelişmeler bu yönde olmadı. Hala geç değil birbirimize güvendiğimiz ve birlik içinde hareket ettiğimiz zaman bir iki saat içinde bile çok ciddi engelleri kaldırabilen bir millet olduğumuza inancım sonsuzdur.

Fakat biz içimizde nelerle uğraşıyoruz.

Gün geçmiyor ki toplumu ayrıştıracak, huzurumuzu bozacak, bir kesimi mutlu ederken diğer bir kesimi mutlaka üzecek bir gelişme yaşanmasın.

Yine bir önceki yazıda bahsetmiş olduğum 1908-1911 yılları arası bir önceki devletimizden vereceğim örneklerle yaşanan bu gelişmelerin nelere mal olabileceğini sizlere anlatmak istiyorum.

29 Eylül 1911'de Trablusgarp'ın iyi yönetilmediği bahanesiyle İtalyanlar, Osmanlı Devletine ültimatom gönderir. Amaçları İtalya'yı işgal edip sömürge yapmaktır.

Kısa süre sonra Trablus sahillerini ablukaya alırlar. Bu arada Osmanlı Mebusan Meclisin'de Trablus ve Arnavutluk sorunları ile ilgili görüşmeler başlamış ve çok hararetli tartışmalar yaşanmıştır. Mecliste adeta iş görme olanağı kalmamıştır.

Bu durum üzerine Erzurum Mebusu Vartanes şu sözleriyle memleketin resmini çizer;

"Dünkü görüşmeler bana Bizanslıların, Osmanlı Ordusu İstanbul'u kuşattığı sıradaki halini hatırlattı. Çünkü onlar da her taraf düşmanla sarılı bulunduğu bir sırada şimdi yaptığımız gibi birbirleriyle uğraşıyorlardı. Şimdi de ...Düşman içimize girmiş çalışıyor''.

"Dış düşman bize saldırırken milletin arasında içerde bir yangın çıkarmak söyleyin vatanseverlik midir?"

Erzurum mebusumuz sanki bu ifadeleri bugünlerimizi de anlatmak için söylemiştir.

İçimizde ezan dinmez diyen, bayrak inmez diyen, şehit ölmez diyen, memleketin kötü gidişatını görüp gerekli uyarıları yaparak milli sorumluluğunu yerine getirmiş ve bununla kalmayıp suçu olmadığı halde memleketi bu duruma getirenlerin günahının bedeline ortak olma pahasına memlekete sarılan birileri varken,

Birileri bazı konularda kulağının üstüne yatıp hala top çevirerek bu yangına zemin hazırlamakta,

Birileri ise memleketimiz her an İdil'de, El Bab'ta, Kerkük'te, belki de yine Trablus'ta olduğu gibi kendi sınırlarımız içinde bir savaş ve işgal tehlikesi ile karşı karşıya olup güvenliğimiz tehdit altındayken, sokaklarda adalet arayışı için yürümektedirler.

Güvenlik olmadan adalet olmaz. Dilerim ki bu arayış memleket içinde bir yangın çıkmasında alev görevi görmez, Allah korusun yanarız.

Umudum o dur ki taktiri ilahi izin verecek ve devletin, milletin bekası için her türlü mücadeleyi veren, tavrı takınan, inisiyatifi alan, tedbiri elden bırakmayan vatan evlatlarına yukarıda bahsettiğim "Milli Müdahale Programını" yapmak nasip olacak ve güzel ülkemizin en ücra köşesinde olan vatandaşlarımız dahi görev sorumluluk sahibi olarak memleketin yüküne omuz vereceklerdir.

Allah var gam yok..

Kalın sağlıcakla.