SU “SIZINTISI”

Seçim süreci yaklaştıkça siyasi parti temsilcilerinin açıklamaları tansiyonu yükseltiyor.

Hele bazıları var ki dizi filmlerde bile bu kadar ileri gidenleri bulmakta zorlanırız.

Bunun temel sebebi, Türkiye Cumhuriyet’inin 100. yılında baş rolde olmak hevesidir!

Tabi buna heves deyip geçersek biraz masum kalabilir. Çünkü bu hevesin altında bir hesap vardır!

Konuyu biraz açalım: Birinci Dünya savaşı sonrası emperyalist güçlere karşı direniş gösteren tek millet kimdir? Türk milletidir.

Ne yapmıştır? Esarete eş değer anlaşma şartlarını kabul etmemiş, bunlara karşılık savaşı tek başına sürdürmeyi göze almıştır.

Sonrasında ne olmuştur? Yedi iklimden yedi büyük düşmanı memleketinden çıkarmış ve kendi şartlarını masaya koyarak son sözü söylemiştir.

Bu yaşananların üzerinden tam 100 yıl geride kalmış, dönemin koşullarında işgal dayatmalarına karşı büyük başarı olarak nitelendirebileceğimiz Lozan antlaşmasının da ötesine geçecek şekilde güçlenmeyi kafasına koyan bir Türkiye Cumhuriyeti ortaya çıkmıştır.

Coğrafi olarak sınırlarını genişletme gibi bir amacı olmamakla birlikte, gönül bağımız bulunan memleketlerle iş birliğini güçlendirmek noktasında atılan adımlarla, dünyaya yeniden damga vuracak bir Türk asrı için irade gösterilmeye başlanmıştır.

Sonrası Balkanlardan Türkistan’a kadar dilde, işte ve fikirde birlik içinde olan bir memleket…

Kızılelma yok mu? Şüphesiz vardır;

Fakat onun semti başka diyardır…

Zemini mefkure, seması hayâl…

Bir gün gerçek, fakat şimdilik masal…

Türk medeniyeti taklitsiz, safi

Doğmadıkça bu yurt kalacak hafi…

                                  Ziya GÖKALP

Ruhumuza kuvvet veren bu şiirden sonra kaldığımız yerden devam edelim:

Bildiğiniz gibi Sakarya boylarından bir yay gibi gerilen milli irade Büyük Taarruz’u gerçekleştirmiş, düşman kuvvetleri İstanbul’dan, İzmir’den kaçar adım gitmek durumunda kalmıştır. Kaçmaktan ar edinmeyenler Lozan'da kapitülasyonların kaldırılmasını ise asla hazmedememişlerdir!  

Bu sebeple devletimizi hezimete uğratabilmek için bir asır sonra dahi yüzlerce plan üzerinde itina ile çalışmaya devam etmektedirler.

Bu bağlamda dışarıdan ayrı içeriden ayrı gayret gösteriyorlar.

Dışardakilerden korkanın Allah belasını versin!

Ama gel gelelim içeridekilere!

Gün geçmiyor ki söyledikleri ile ülkemizin birlik ve beraberliğini yok etmeye yönelik bir çıkış yapmasınlar!

Eskiden bir HDP vardı!

Devletimiz gerek silahlı mücadele vererek gerek doğu, güney doğu illerine yaptığı yatırımlar sonrası, bunların etki alanları sıfır noktasına indirdi. Hatta anayasa mahkemesinde görülen dava sonrası kapatılma ihtimalleri var.

Bunun farkında olanlar, yerine “bebek yüzlü” yeni taşeronlar hazırlıyorlar!

HDP’nin kapatılması halinde bölücülere kendi saflarından aday olma imkanını vererek, kuş kadar oylarını yükseltmenin derdindeler. Vallahi bunlar onlardan daha tehlikeliler!

Öyle ki anayasada bulunan vatandaşlık tanımından tutun, başka dillerde eğitime, terörle mücadeleden, hızla gelişen savunma sanayimize kadar birçok konuda yaptıkları açıklamalar ile ülkemizi başka bir “geleceğe” hazırlıyorlar.

Bu gelecekte bir vatan yoktur!

Vatandaşlık yoktur!

Bunların kitabında, nereden gelip nereye gittiğimizi hatırlatan Allah’ın rızasını milletçe aramamıza vesile olan mefkurelerimize yer yoktur!

Bunların arzu ettiği ülkede, herkes istediği gibi konuşacak ancak kimse birbirini anlayamayacaktır!

Dertlere “deva” diye hazırladıkları bilmem kaç adet eylem planının hepsi “bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler” cümlesi ile özetlenebilecek bu devşirmelerin amacı,  kapitülasyonlara rahmet okutacak şekilde imtiyazlar veren bir ülke oluşturmaktır!

Bunlara müsaade ettiğimiz taktirde başımıza gelecekleri, mühendislik fakültesi sıralarında hatırama kazınmış bir dersten bahsederek anlatmaya çalışayım:

Dersin birinde bir hocam, eski dönemlerde mermer bloklarını ana kayadan ayırmak için uygulanan yöntemlerden bahsetmişti.

Yöntemin birinde suyu çok seven bir ağaç tipi, kayadaki çatlaklar boyunca yerleştiriliyor ve devamlı surette su gönderilerek şişmesini sağlanıyordu.

Bu metot ile normalde mermerden toz kaldıramayacak olan ağaç parçası sayesinde çatlak hem ilerliyor hem de yana doğru genişliyordu. Zamanı geldiğine ise kocaman blok, sadece suyun sızabildiği bir çatlak yüzünden ana kayadan ayrılıp düşüyordu.

Özetle diyeceğim şudur!

Ey büyük Türk milleti!

Öyle bir dünyada, en kritik bir coğrafyada insanlığın tamamını kurtarmak gibi mermerden sağlam öyle tertemiz ülkülerle yaşıyorsun ki; su “sızıntılarına” müsaade etmek demek, yerimizden yurdumuzdan koparılmak sonucunu getirir.

Sonra her bir parçamızın başkalarının yapı malzemesi haline gelmesi hiçten bile değil!

Artık kimimiz bir sarayın köşesinde bir dekor kimimiz bir merdivenin basamak taşı olur, bilinmez!

Öyleyse bırakın gerekirse içimiz acısın, kanlarımız çatlaklarımızdan aşağıya aksın ama elin maşaları aramıza girmesin!

Kan zamanla pıhtılaşır!

Çatlaklar kapanır, yaralar kabuk olur ufalanır!

Ancak su sızarsa, mermer olsak dayanamayız!

Sonumuz felaket olur!

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.