Trablus'tan El Bab'a Türk mucizesi

Yıl 1911 Eylül 28..

İtalyanlar Osmanlı devletine 24 saatlik bir kesin uyarı verir.

Mesele, coğrafi olarak uzak olsa da İstanbul’un dibinde sayılan bir vatan parçası Trablus’tur.

Çiğnemek ve sömürmek niyetindedir İtalyanlar.

O günlerde ise Yemende bir isyan vardır. Trablus’un çoğu askeri o bölgededir. Trablus Valisi Payitaht ’tan asker ister ama imkan yoktur.

 

Bir avuç Osmanlı subayı Afrika’da bulunan vatan parçasını savunmaya karar verir.

Kolağası Mustafa Kemal, Fuat Bey (Bulca), Nuri Bey (Conker), Ali Fethi Bey (Okyar), Halil Bey, Nuri bey, Ekrem Bey, Albay Neşet Bey, Yakup Cemil, Kuşçubaşı Eşref ve

Ve başlarında Binbaşı Enver…

 

Gittiklerinde 500-600 kişi olan direnişçilerin sayısını 20.000 kişiye kadar çıkarırlar.

Yaşanılanlar anlatmakla bitmez.

 

Trablus halkı Osmanlı subayları liderliğinde inanılmaz bir mücadele sergiler. İtalyanlar, koca bir yıl geçmesine rağmen sahilden öteye adım atamazlar. Bedeviler karı, koca, çoluk çocuk demeden topyekün ölüme atılırlar. Çünkü düşman önünde ölmenin Allah’ın bir lütfu olduğuna tüm kalbiyle inanmışlardır.

 

7 Ekim 1912’de Balkan Savaşı başlayınca Osmanlı Devleti, İtalyanlar ile Uşi Antlaşmasını yaparak Trablus’u kaderine terk etmek durumunda kalır.

Bu sırada Enver Bey ve arkadaşları Balkanlarda verilecek mücadele için geri çağırılmış fakat onlar bu antlaşmayı tanımayarak, devletimize zarar gelecekse gerekirse görevlerimize son verilsin diyerek bağımsız bir devlet için harekete geçmişlerdir.

Fakat gelen haberler iyi değildir Balkanlar elden gidiyordur.

Enver Bey içinde bulunduğu durumu aşağıdaki acıklı mektubu ile anlatmaktadır;

“Ah şu Trablusgarp meselesi! Size dediğim gibi benim için şahsi bir şeref meselesi oldu. Biliyor musunuz, burada Arapları karıları ve çocuklarıyla birlikte İtalyanların üzerinde sürüyorum, ‘Sultan bırakırsa bile ben sizi bırakmayacağım’ diye söz vererek. Şimdi düşünün, bu yiğit insanları onları yok etmek için yavaş yavaş baskı yapan İtalyanların kollarına nasıl bırakırım? Ama Allahım, orada, memleketimde de ne büyük zorluklar var?

….

Allahım, ne yapmalı? Karadağ ile savaş başladı. Avrupa’yla olan sorunlardan sonra öbür Balkan devletleri de onu takip edeceklerdir. İtalya ile olan meselemiz bu durumda ne ifade eder? Bana kalırsa liberaller hükümet aleyhine yaptıkları ihtilalle vatana karşı büyük suç işlediler ve hala devam ediyorlar. Bu durumdan çıkmak lazım. H.’nin hakkı var. ‘Man muss klug sein’ [Tedbirli olmak lazım]. İtibari bile olsa olsa İtalyanların hakimiyetini asla kabul etmeyeceğim. Ya bırakırlar ya ölürüm.

…….

Benim yiğitlerim vazifelerini yapmaya devam ediyorlar. Biliyorsunuz hepsi samimi Müslüman. Düşman önünde ölmek onlar için Allah’ın bir lütfu. Yerli muhafız birliğinden savaşta beş kere yaralanmış bir askerim var. Dördüncü savaşta düşmanım üzerine hırsla atılıyordu. Cennete gitmek ya da ailesine iyi bir isim bırakmak için ya intikam almak ya da orada ölmek istiyordu.

 

Bir aile var. Yalnızca baba kaldı. 11 oğlan ve akrabalar öldüler. Ona baş sağlığına gittiğimde bana ‘vatanın dini için düşman önünde ölmüş olmalarından mutlu ve gururluyum’ dedi. Kısaca sevgili dostum, herkes için ölüm bir kere gelecek ve ne zaman geleceği önceden kararlaştırılmış. Bir gün hakikat ortaya çıkarsa, bizim burada yaptığımızın bir mucize olduğunu göreceksiniz.”

 

Yıllar sonra yine ecdat yadigarı topraklar ve Müslüman kardeşlerimiz için çok zorlu bir mücadele verirken Enver Paşa’ya hak veriyor ve bir mucize gerçekleştirdiklerine tüm kalbimizle şahitlik ediyoruz.

 

O dönemle bu dönemi kıyasladığımızda arada benzerlikler ve ciddi farklılıklar olduğunu da görüyoruz.

 

Türk devletinin Trablus mücadelesinde karşılaştığı güçlükler; sahip olduğu büyük coğrafyaya kıyasla asker sayısının yetersizliği, teknolojinin gerisinde kalmaya başlamış ateş gücü, iletişim ve haberleşme zorlukları, son olarak bölge halkının tam anlamıyla direnişe hazır olmamasıydı.

Bunun yanında avantajları ise, ölüm ile eğlenen inanmış subay ve yetkin insanlardan kurulu bir kadro sahibi olması, ayrıca düşmanın net şekilde haçlı zihniyetinin bir parçası olan İtalyanlar olmasıydı. Bu şartlar altında Müslüman halkı teşkilatlamak için gerekli olan şeyler iman, cesaret, aşk ve sadakatti.

Bu gereksinimlerin hepsi mektubundan da anlaşıldığı üzere Enver Paşa’da vardı. Öyle ki, bölge halkını etkileyerek Allah’ın yardımıyla onların mucizeler ortaya koymasını sağlamıştı.

 

Türk devletinin El Bab Mücadelesi ise şartlar açısında biraz daha karmaşık bir durumdadır. Türk ordusu asker sayısı ve teçhizat açısından bölgesinde kendisine karşı yapılabilecek tüm saldırılara karşı teoride hazırlıklıdır. Uzun yıllardır verilen terörle mücadele ve 2015 yılında şehir içlerinde yapmış olduğu operasyonlarla meskûn mahalde muharebe tecrübesi de edinmiştir. Böyle bir ordunun başında iman, cesaret, aşk ve sadakat sahibi komutanlar olduğunda neler yapabileceğini tahmin eden zihniyetler, ordumuzu ele geçirmeye çalışsa da bir şekilde bu durum tersine dönmüştür.

İletişim kanalları oldukça gelişti, yapılan operasyonda bu noktada bir sıkıntı olmadığını düşünüyorum. Ancak sosyal medya üzerinden yapılan bazı algılar maalesef moral bozma ve motivasyon açısından zarar vermeye çalışmaktadır.

Bölge halkının durumuna gelince, önce çeşitli dış müdahalelerle kendi içinde birbirine düşürülen vatandaşlar rejim güçleri, muhalifler, mezhep çekişmeleri, ABD, Rusya, İran, İsrail gibi birçok dış güçlerin tesiri altında, kim haçlı kim haçsız ayırt edemez hala gelmiş bir durumda. Şuan sadece herkes kendi canının derdine düşmüş halde uzanacak güvenilir eli beklemektedir.

 

Türkiye’yi yönetenler başından Suriye politikasında çok ciddi hatalar yapmış olmakla birlikte, uzun yıllardır evsiz yurtsuz kalan Suriyelilere kapısını açmakla ve Suriyelilere vatanlarını tekrar geri kazanmak için şuan sınır ötesinde ordusu ile vermiş olduğu mücadele ile bu güvenilir elin kendisi olduğunu göstermiş durumdadır.

 

Eminim ki kısa bir süre sonra, Enver ruhlu Türk subayları bölge halkıyla iletişime geçtikçe ve Türk milleti verilen bu mücadelenin ardında topyekün durdukça, Trablus’ta sonradan fark edilen mucize bu sefer önceden fark edilecek, zamanında Trablus’u, Yemen’i ve daha nice vatan toprağını kaybetmek durumunda kalan Türk devleti şimdi Anadolu surlarını daha da güçlendirecek belki de surların gölgesi Çin seddine erişecektir.

Bu durumda bizim üzerimize düşen görev Anadolu’nun içini karıştırmak isteyen ellere fırsat vermemek, Allah korusun Türk askerinin mecburiyetten geri dönmek zorunda kalmaması için göğsümüzü her türlü dış etkene siper ederek ecdat yadigarı bölge halkının yanında olmak durumundayız. Öyle ya “VEFA” bizim ilk adımız.

Allah milletimizin yardımcısı olsun.