UZMAN ÇAVUŞLARIMIZ

UZMAN ÇAVUŞLARIMIZ

Ahmet, Mehmet, Osman, Alper, Murat, Kürşat…

Memleketin dört bir tarafından zorluklar içinden gelmiş ancak yokluk içinde bulunmalarına rağmen birileri gibi devletin karşısında değil; bizzat yanında, cephesinde, mevziinde olmayı tercih edip hem ocaklarını tüttürmeyi hem devletlerini ebedi kılmayı kendilerine ülkü edinmiş yiğitler…
Uzman Çavuşlarımız…

Onları ilk defa Eğirdir Komando okulunda tanıma fırsatı bulmuştum.

Bizim asteğmen kurs bölüğünün binası ile uzman çavuşlarınki ortaktı.

Koridorları soyunma dolapları ile böldüklerinden, onları önce seslerinden tanımaya başlamıştım. Anadolu’nun her bir yerinden insan vardı içlerinde. Ağızlarından, şivelerinden anlaşılıyordu.

Kayserili bir şey soruyor, Sivaslı cevap veriyordu. Trabzonlu fıkra anlatıyor, Erzurumlu türkü söylüyordu…

Askerliği hayatlarını kazanacakları bir meslek olarak yapacakları için, bizden daha ağır bir eğitimden geçiyorlardı. Biz, yeri geldiğinde bacaklarımızın ağrısından uyuyamazdık varın onları siz düşünün.

Hayatlarını kazanacakları dedikte, gerçekten bu ifadenin içini, sanırım onlar kadar kimse dolduramaz… Bahtlarına gülmeyen hayat, şimdi hem diri kalabilmek hem de eve ekmek götürebilmek için zorlu bir mücadele içinde bırakmıştı onları.

Günler geçtikçe birebir tanışıp, ortak boş zamanlarda sohbet etmeye başladık. Kimi askerliğe hevesten, kimi silahlara merakından, kimisi sivilde bir iş bulamadığından, kimisi hasta ana babasına bakmak zorunda olduğundan oradaydı.

Ancak hepsinin sahip olduğu memleket sevdası, aldıkları eğitimle birleşince, kendi sıkıntılarını bir kenara bırakıp, her türlü çetin şart altında Türk milleti adına ne gerekiyorsa yapacak bir vücuda büründürmüşlerdi.

Bir akşam üstü, taburun önünde gök gürültüsüne benzer bir ses ile “Korku nedir bilmeyiz” diye başladıkları yeminimizi ederken, onları hayranlıkla izlemiş, komutan “Allah sizi korusun!” şeklinde duasını ettikten sonra yanlarına gidip, neler olduğunu sorduğumda, eğitimlerinin bittiğini ve kuralarını çektiklerini söylemişlerdi.

Kimi Çukurca, kimi Dağlıca, kimi Seslice, kimi Silopi, kimi Şemdinli…

Onlarda, yeminlerine sadık kalır şekilde hiçbir korku yoktu. Ancak benim boğazım düğümlenmişti…
Allah sizi korusun diyebildim zorla…

Ayrılığımız çok sürmedi, bizim eğitimde bitince peşlerinden gittik.

Şırnak’ta Gabar Dağı’nın eteklerinde, 1992 yılında yaşanan çığ felaketinden sonra terk edilmiş olan, Görmeç köyü yakınında bulunan tabura ulaştığımızda, yine ilk onlarla karşılaşmıştım.

Dokuz ay boyunca yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmedi. Memleketin güvenliği için yapılan her türlü operasyonun içinde ve her zaman en önlerdeydiler.

Kimi zaman gece boyu yürümekten ayakları patlıyor, kimi zaman soğukta duş yapmaktan üşütüyorlardı. Bazen sevdiklerinin sesinde teselli buluyorlar, bazen baba neden gelmiyorsun diye çağıran kızının sesiyle dağ gibi adamlar oldukları yere yıkılıyorlardı.

Bunca çileye rağmen rütbeli personel gibi bir devlet güvenceleri yoktu.

Yani yarın sakat kalsa, geçimini sürdürebilmesi için veya ecel gelip çatsa geride kalanların faydalanabilmesi için bir sosyal hakları bulunmuyordu. Sözleşmeliydiler. Süre dolunca, işe elverişliyseler sözleşme yenileniyordu. Değillerse…

Askeriyenin bir takım tesis imkanlarından dahi yararlanamıyorlardı.

Yine de onlar görevlerini aksatmadan yapmaya gayret ederek ülkeleri ve aileleri için hayatta kalmaya çalışıyorlardı.

Tabi bu her zaman mümkün olmuyordu.
Bazen aşağılık bir mayın tuzağında bedenleri parçalanıyor, bazen ecel gelip bir kahrolası kurşunla can evinden vuruyordu onları.

Sıvasız evlerinin duvarları al yıldızla sıvanıyor…
Çatısız evlerinin çatıları bayrak gibi dalgalanıyordu…

Bugün onlardan birinin, Küşat Bilen abimizin amansız bir hastalık sebebi ile vefat haberini aldım. Şırnak’ta aynı bölükteydik. Birlikte çok operasyona gittik, çok nöbet tuttuk, çok çay içtik.

Kürşat Uzman, ismine yakışır bir duruşa ve memleketi için her türlü fedakarlığı yapacak bir yüreğe sahipti. Allah ahir dünyasını güzel eylesin. Ruhu şad olsun!

Bu vesile ile Uzman Çavuşlarımızın kadro ve sosyal haklarının acilen teslim edilmesini devletimizden talep ediyor, milletimizin bu konuyu en yüksek perdeden dile getirmesini umut ediyorum.

Komutanlarının ve Türk milletinin duasını alan bu yiğitleri, Allah bu dünya da ahirette de koruyacaktır bundan şüphemiz yoktur elbet. Ancak devletimizin onları kollaması gereklidir, bu da ihmal edilmemesi gereken bir gerçek.